Ulrich Beck – Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru Kitap Raporu

Ulrich Beck – Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru Kitap Raporu
0

20.yüzyılda sosyoloji çeşitlenmeye başlamıştır. Üniversitelerde sosyoloji bölümleri açılmaya başlanmış, akademiler, aydınlar ve kuramlar çoğalmıştır. Sosyoloji modern toplumu açıklamak için var olan bir bilimken modernitenin varlığı kabul gördükten sonra modern toplumun problemlerini incelenmeye başlanmıştır. Bu dönemde sosyolojinin, toplumun meselelerini ampirik olarak incelemek, açıklamak, çözümlemek gibi yeni sorumluluk üstlendiği söylenebilir. Çağdaş sosyologlardan olan Alman Ulrich Beck’ de çalışmalarını içinde bulunduğu toplumun problemlerini gözlemleyerek sürdürmüştür. “Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru” adlı eserinde de çıkarımlarını ve sosyoloji dünyasına kattığı kavramları sunmaktadır. Beck, eserinde, toplumun, ekonominin, sanayinin, modernliğin, bilimin, teknolojinin ve siyasetin ilerlemesini farklı bir perspektiften incelemiştir. Aynı zamanda ilerlemenin ve gelişmenin yan etkilerine odaklanmıştır. Sanayileşmenin modernliğin dönüşümünün bir aşaması olduğunu göz önünde bulundurarak risklerin yer, zaman, kişi, sınıf fark etmeksizin tüm insanlığı kuşattığını, yani risklerin evrensel olduğunu saptamıştır.

Risk, beklenmeyen, gerçekleşme olasılığı olan negatif durumlardır. Modernlik evrenselleştikçe/etki alanını büyüttükçe beraberinde riskleri de büyütmüştür. Yani, servet arttıkça, toplum modernleştikçe, bireyler akılcılaştıkça aynı orantıda riskte artmıştır. Mesela dünyada yelkovandan daha hızlı bir şekilde artan eşitsizlik söz konusudur. Bir tarafta insanlar açken bir tarafta insanlar kilo problemi yaşamaktadır. Bu anlamda coğrafyalar, problemler farklı gözükse de iki toplumunda risk altında olduğu dikkat çekmektedir. Diğer bir örnekle, nükleer bombalara maruz kalan bölgelerde daha doğmamış olan insanlar yüzyıllar boyunca etkilenmektedir. Fakat bu radyoaktifler aynı zamanda güç, para, konum ya da üst sınıfta tanımamaktadır. Zamanla insan ayırt etmeden herkesi etkisi altına alıp zarar vermektedir. Yani, tüm canlılık için risk haline gelmektedir. Bu bağlamda, tüm dünyanın riskler içinde yüzdüğü söylenebilir.

İnsanlar yaşadıkları sorunların arkasındaki temel nedeni görememektedir veya görmek istememektedir. Üretim ve tüketim bağımlılığı risklere karşı insanların gözünü kör etmiştir. Örneğin, kimyasal gübre üretimi bilim tarafından onaylanmaktadır. (Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru, 2019)Bunun sorumlusu kullandığı için çiftçi ya da onayladığı için bilim veya siyaset midir? Aslında insan türünün ekolojiye verdiği zarardan ötürü, bir gün ekolojinin insanın nefes almasına bile izin vermeyeceği günümüzde öngörülen ve yeteri kadar ciddiye alınmayan, çözümlerine odaklanılmayan bir konudur. Beck’e göre bu riski inşa eden sanayi ve sanayinin arkasındaki güçtür. Güç, sosyal rasyonalizasyonla bilimsel rasyonalizasyonu birbirine küstürmüştür ve kendinin de içinde bulunduğu risk toplumunu bilim, medya ve bilgi toplumu haline getirmiştir.

19.yüzyılda fakirlik sorununun yerini artık ekolojik sorunlar almaya başlamıştır. Tüketilen besinlerin, havanın ve suyun ne kadar kirliği olduğu bilinen bir gerçektir. İnsanlar ekolojik zarara maruz bırakılmaktadır. Ormanların yerini binaların alması, okyanuslardaki ve havadaki kirliliğin ciddiyeti insanların ne kadar yoksul olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda doğanın toplumsallaştığı söylenebilir. Çünkü doğa ekonominin, toplumun, insanlığın bir parçası haline gelmiştir. Böylelikle de çevrenin sorunları, doğanın değil toplumun sorunu olmuştur. Diğer bir ifade ile “çevre sorunları sosyal sorunlardır.” Ancak bu noktada diğer göze çarpan ayrıntı ise özellikle tüketilen besinlerin zararları daha tatlı bir dille örtbas edilerek, tanımları çeşitlendirilerek insanlara sunulmaktadır. Yani, bir bilgi üretimi söz konusudur. Beck bu durumu “Mağduriyet aşikardır bu anlamda bilgiden bağımsızdır.” diyerek özetler.Ekonomik çıkarlar insanları o kadar kör bir hale getirmiştir ki, daha fazla güç uğruna yaptıklarına devam ederse kendi sonlarını getireceklerini göremez hale gelmişlerdir. Yoksa neden çocukların 200 mikrogram kükürt dioksite kısa süre maruz bırakılsalar bile yalancı kuşpalazına yakalandıkları bilinerek bunun iki katı değerlere izin veriliyor? İnsanlara bu bilgiler nasıl sunuluyor? Bu soruların yanıtını ararken Beck bilimi şüpheli görmektedir. Çünkü bilimin kabul etmediği riskler hukukta, sosyal alanda, tıpta kabul görmez.

Sanayi toplumuyla beraber insanlar geleneklerinden arındırılmıştır. Dolayısıyla aile kurumu da insanlar için etkisini yitirmiştir. Bireyler kendi ekonomik ve sosyal geçimlerini sürdürmeye başlamışlardır. Örneğin, artık gelenek etkisini yitirdiği için aileden maddi -hatta manevi- destek alma seçeneği modern toplumlarda yoktur. Bu bağlamda, bireyler kendilerine odaklanmaya başlamışlardır ve bireyselleşme meydana gelmiştir. İş ve sosyal hayatta bireysellik önem kazanmıştır. Lakin, tıpkı sanayileşmek gibi bireyselleşmekte toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırmamıştır. Sadece eşitsizliğin yönü bireyselliğe doğru evrilmiştir.

Toplumun cinsiyetlere atadığı roller doğrultusunda cinsiyet çatışmaları çözümü bulunamayan bir sosyal sorundur. Ancak sanayi, kadın ve erkeğin eşit olmasına muhtaçtır. Çünkü işçi olarak insanları eşit bir şekilde çalıştırmaktadır (ya da sömürmektedir). Diğer yandan modernlikle gelen bireyselleşme ailenin veya insanların arasındaki duygusal ilişkilerin devamlılığını zorlaştırmıştır. Toplumların bireyselleşmesi sonucunda apartmanlar bile iki kişiden daha fazla insanın yaşamayacağı şekilde tasarlanmaya başlamıştır. Beck “Sanayi toplumu, modern bir feodal toplumdur.” diyerek bu konuyu özetlemiştir. (Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru, 2019)  Yani, sanayi geleneğe meydan okuyarak kendi geleneğini hâkim kılmıştır.  Beck’e göre, bu sosyal problem ne bireyselleşmeyle ne de emek piyasasıyla çözülür, bu sosyal sorun için ayrı bir fenomene ihtiyaç vardır. Aile meslek danışmanlığı, çalışma saatlerinin azalması, değerlerin güvence altına alınması için kurumlar kurulması gibi.

Riskler tarihsel bir alışma sürecinden geçerek normalleşmiştir. Bugün, toplum işsizliğe, zararlı yiyeceklere, kirli doğaya nasıl kayıtsız kalıyorsa gelecekte de modernliğin var ettiği yeni insan modellerine kayıtsız kalacaklardır. Örneğin; bireyselleşme ve sanayileşmenin geldiği noktada artık birey de etkisiz hale gelmeye başlamıştır. Tekno-ekonomik gelişmeler bireyi ve istihdamı tehdit etmektedir. Diğer bir değişle, akılcılaşmayla gelinen noktada akıl saf dışı bırakılmaktadır. Bu da dönüşümlü modernleşmenin bir adımıdır. Beck, modernleşmenin bilinçsiz yaşanmamasını gerektiğini ve sosyal güvenlik sistemi gelişmez ise gelecekte insanlığı yoksulluk tehdidinin beklediğini, en azından herkes asgari gelire sahip olursa insanlığın biraz da olsa özgür olabileceğini ifade etmiştir.

Her geçen gün bilim, ekonomi ve teknoloji -risklerle beraber- ilerlemekte ve gelişmektedir. Lakin, bu gerçek bir ilerleme ve gelişmemi tartışılmalıdır. Çünkü yukarıda da bahsedildiği gibi bilim hakikat arayışından saparak sözleşmelere dayalı bilgi üretimi yapabilmektedir.  Yani, büyüyü bozmaktadır. Beck, bilimin tabu yıkmak için varken tabu tasarımcısı olduğunu iddia etmektedir. Bu bağlamda, risklerin bilimselleştiği söylenebilir. Ancak riskleri kontrol etmek zorunda olan siyasettir. Bu durumda, bilimin siyaset üretmesi söz konusudur. Beck’e göre, sanayi modernliğin bir aşamasıdır. Şu an için bulunduğumuz sanayiden tekno-ekonomiye geçiş süreci ise modernliğin dönüşümüdür. Yani, modern toplum sanayi toplumu değildir. Modern toplum değişimlere adapte olan toplumdur.

Beck, dünyayı yok edecek güçler karşısında, bağımsız mahkeme ve medyanın yanında tüm kurum ve kuruluşların kendi içinde kendini eleştirmesi gerektiğini önermektedir. Bu durumda, özeleştiri risklerin ortadan kaldırılmasına aracı olacak bir yoldur. Özeleştiri kurumsallaşmalıdır. Karl Popper‘ın da “Eleştiri ilerleme demektir.” sözü Beck’ in bu önermesini desteklemektedir.

Tüm verileri bir araya topladığımızda Beck’in modernliğe, modernliğin ürettiği bilime ve siyasete, insanlara dayattığı yaşam standartlarına eleştirileri her geçen gün ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki, insanların sırf bir şeylere hâkim olmak için savaştığı bir dünyada yaşıyoruz. Öncelikle savaşmak, insanlık için duyulduğunda normal bir kelime yerine çok ürpertici ve ütopik bir idea olmalıydı. Yani, ütopik olan barış içinde yaşayabilmek değil, savaşmak olmalıydı. İkinci olarak, bu savaşlar, kavgalar, dünyamızı yok etme riski barındıran hâkim olmak isteği hiç rasyonalist değildir. Günümüzde iklim değişikliği ile yüz yüzeyiz, yani ekolojimizin yok olmasına çok fazla yaklaştık. Bunun nedeni insanların, ebeveynleri evden gittiğinde arkadaşlarına parti verip evi dağıtıp, kirleten ve savaş alanına çeviren çocuklar gibi dünyayı kullanması mı? Yani bu kadar masum mu? İnsanların bu şekilde giyinmesini, beslenmesini, meslek seçmesini, hobi edinmesini, neredeyse tüm yaşamını yönlendiren sistemin payı aşikardır. Siyasi şekli sömürge olan hakimiyet isteği, yapay yağmur ve bulut üretiminin bile arka planında kendini göstermektedir. Yapay yağmuru, bulutu bile yönetmek isteyen, yani tam olarak Tanrı olmak isteyen bir sistem görmekteyiz. Rasyonel olan insanları, rasyonel olmayan sistem yönlendirmektedir. Yaklaşık olarak 500 yıl önce siyasetin ön planda olduğu uygarlık ve medeniyetler vardı. Ancak günümüzde sermayelerin ön planda olduğu devletler dikkat çekmektedir. Bu bağlamda modernliğin dönüşümünde sermaye ön plandadır. Hatta Karl Marx da bu duruma dikkat çekerek, alt yapı olarak sermayenin ve üretim ilişkililerinin üst yapı kurumlarını şekillendirdiği ve yönlendirdiğini ifade etmektedir. Günümüzde ise ekonominin hâkim olduğu toplumlardan tekno-ekonominin hâkim olduğu toplumlara geçiş yaşanmaktadır. Sanayileşmenin riskleri karşısında tedbirler alınmadığı gibi teknolojinin yan etkilerine karşı da bilinçsizce hareket edilmektedir. İnsanlar telefonlarına ve sosyal medyaya koşullanmış durumdadır. Hareket etmeye ayarlı olarak var olan homo sapiens, sapiens (İFA-Beden, 2020)için hareket etmesini engelleyecek tüm teknolojik yenilikler “insan hayatını kolaylaştırma” adı altında üretilmeye devam edilmektedir. Beck’in de dediği gibi Weber’in rasyonalizasyonu artık yetersiz gelmektedir. Modernliğin yeni formlarının kozmiğin sonunu getireceği kaçınılmaz gibi gözükmektedir.

Kaynakça

  • Risk Toplumu: Başka Bir Modernliğe Doğru-Ulrich Beck, Çeviren: Ahmet Öz, İthaki Yayınları, 3. Baskı, Mayıs 2019, İstanbul s.43,160
  • İFA-beden, Sinan Canan, Tuti Kitap, 2020, İstanbul, s.92
thumbnail
Önerilen Yazı
Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu Kitap İncelemesi

Merhabalar, İstanbul S.Zaim Üniversitesi Sosyoloji bölümü lisans öğrencisiyim. Dünyayı okumaya çalışıyorum bir yandan da yazıyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir