Yabancılaşma kavramı etimolojik kökeni açısından Latince’de ‘yabancılaşmak, uzaklaştırmak, yabancılaştırmak, başkalaştırmak’ anlamına gelen ‘alieno’ fiilinden türeyen ve ‘yabancı, başkası’ anlamına gelen ‘alienus’ sıfatı ile batı diline ‘alienation’ olarak geçmiştir.
Kelime olarak, kuralsızlığı, güçsüzlüğü, sosyal tecridi, anlamsızlığı ve kendine yabancılaşmayı ifade etmektedir. Teolojik anlamda yapılan tanımlamalarda ise tanrı ile insan arasındaki mesafeye gönderme yapılmaktadır.
Tarihteki ilk örneklerine Eski Ahit’te rastlanılmakla birlikte terimsel olarak Roma hukukunda kullanıldığını görmek mümkündür. Yabancılaşma kavramı, laik felsefi anlayışa Hegel ile iktisat ve siyasi alana ise Marx ile birlikte girmiştir. Politik kavramlar alanına ise Rousseau ile girmiştir.
Başlıklar
Yabancılaşmanın Aşamaları Nelerdir?
Marx, yabancılaşmanın merkezinde sınıf çatışmasını yerleştirmiş ve diğer düşünürlerden farklı olarak 4 (dört) aşamada gerçekleştiğini göstermiştir.
- Bunlardan ilki işçinin kendi emeğine yabancılaşmasıdır. Marx’a göre işçi ve kapitalist, aynı yabancılaşmayı yaşar. Sadece kapitalist yaşadığı yabancılaşmada bir doğrulama bulur ve kendi varoluşuna kavuşur. İşçi ise yabancılaşmayla yıkıma uğrar ve yabancılaşmanın içerisinde olmayan varoluşunu görür. Proletarya; emeğine, metaya, topluma ve hatta kendi türüne yabancılaşması söz konusudur.
- İkinci aşamada ise emek gücüyle üretim sürecine katılan işçilerin ürettiği mallara yabancılaşmasıdır. Bu kapitalist üretim tarzında, işçi üretim sürecinde bulunduğu meta üzerinde herhangi bir iradesi yoktur.
- Yabancılaşmanın üçüncü aşamasında işçi; çalışarak kendi özüne, bütünün parçası olarak üretim sürecindeki ürüne ve haliyle yaşadığı topluma karşı yabancılaşmıştır. Artık ürün, insanın toplumdaki diğer insanlara karşı yabancılaşması sürecinin bir aracı olmuştur.
- Son aşamada, işçi kendi türüne de yabancılaşır. İşçi, insan olmak anlamına gelen her şeyden uzaklaşmış ve insanı doğadaki diğer canlılardan ayıran türüne özgü nitelikler kapitalist üretim tarzı tarafından silinmiştir.
Bu dört aşamada da en büyük problem yabancılaşmadır. Yabancılaşma insanlık yaşamındaki varlığını devam ettirmektedir.
Karl Marx Öncesinde Yabancılaşma Teorisi
Felsefe tarihi bağlamında yabancılaşma Plotinus’un öğretisine kadar dayanmaktadır. Plotinus’un öğretisi olan ‘çıkış’, sınırlı varlıkların tanımlanamayan bir kaynaktan çokluğa geçişi olarak öngörülen evrensel bir ilerlemedir. Bu yeni Platoncu yaklaşım erken Hristiyan din bilimini de etkilemiş ve Helenistik çağa damga vuran bir kaynaşmaya yol açmıştır. Böylece Hegel ve Feuerbach’ın felsefelerinde laik bir temel oluşmaya başlamıştır.
Yabancılaşmayı felsefenin temel sorunu haline getiren Hegel, yabancılaşmayı ve onun tüm onarımını kurgusal ve mutlak olan düşüncenin üretim tarihinden başka bir şey olmadığını ifade eder. Hegel’in felsefesi, doğanın değil insan ve bilincin yaşamanın felsefesidir. Hegelci diyalektik, nesnenin yaşamıdır. Burada Hegel felsefesinin mutlak ‘tin’in yabancılaşması üzerine kurulduğu görülmektedir. Mutlak ‘tin’in devinimi ile yabancılaşma ve yabancılaşmadan kurtulmanın hareketi gerçekleşmektedir. Hegel, ‘tin’in toplumsal ‘töz’den ayrılarak kendini gerçekleştirmesine ilişkin süreci yabancılaşma, sonrasında yeniden toplumsal ‘töz’le bütünleşmesini sürecini ise yabancılaşmanın yabancılaşması (yabancılaşmanın ortadan kaldırılması) olarak tanımlamaktadır. Hegel’in yabancılaşma tanımındaki ayrılma ve teslimiyet bireyin kendisine dayattığı bir zorunluluk durumudur. Hegel, yabancılaşmayı tabiî bir olgu olarak ele alır. Fakat bu durum Feuerbach tarafından onaylanmaz. Marx’a göre ise zorunluluk dışarıdan dayatılmış bir durumdur.
Hegel’in ölümü ile sol kanatta yer alan Genç Hegelciler ‘Feuerbach ve Marx’ bu felsefi geleneği kendi fikirleri ile harmanlayıp birikimlerini aktarmışlardır.
Feuerbach, Hegelyen yabancılaşma teorisini, teolojik bulur ve gerçeğin ters yüz edilmiş bir biçimi olarak tanımlar. Yani Hegel’in Tanrı’ya atfettiği özellikler insanın nitelikleridir ve insanı yansıtılmasıdır. Oysa Feuerbach Tanrı’yı insandan bağımsız düşünmez. Tanrı düşüncesi, insanın kendisini nesneleştirmesi ile ortaya çıkar ve böylelikle insan kendine yabancılaşır. İnsan kendini nesneleştirerek Tanrı’ya ulaşırken kendi özüne yabancılaşır. Feuerbach, yabancılaşmanın temeline dini yerleştirmiştir. Kısaca insan, kendinden daha yüksek bir varlık yaratarak onu kendinden üstün görmüş ve bu varlık karşısında kendisini köle olarak nitelendirerek kendisini yabancılaştırmıştır.
Karl Marx’ın Yabancılaşma Teorisi Nedir?
Marx’ın yabancılaşmayı erken dönem eserlerinde özel mülkiyetle ilişkilendirdiğini görmek mümkündür. Hegel ve Feuerbach’ın yabancılaşmaya olan eleştirileri Marx’ın yabancılaşma kavramının düşünsel temelini oluşturmada etkili olmuştur. Marx, yabancılaşmayı iktisadi bir sonuç olarak görmüş ve yabancılaşmanın ortadan kalkması için bu iktisadi sistemin ortadan kalkması gerektiğini savunmuştur. Marx’a göre insanlık tarihi, sınıf çatışmalarıdır. Kapitalizmdeki sınıf çatışmaları burjuvazi ve proletarya arasında gerçekleşmektedir. Proletarya, var olabilmek için emek gücünü üretim sürecinin parçası yapmalıdır. Bu zorunluluktan doğan ilişki yabancılaşma sürecini meydana getirmektedir. Temelde ise emeğin nesnelleştirilmesi vardır. Bu emeğin ürünüdür.
Marksist yabancılaşma kuramı, iktisadi ilişkilere dayanmakla, yabancılaşmanın sebebi kapitalist üretim tarzına dayanan iş bölümüdür. Marx’a göre yabancılaşmanın ortadan kaldırılması için yabancılaşmanın insanlığı mülkiyetten yoksun hale getirmesi gerekir. Buradan hareketle Marx komünizmin olduğu toplumlarda yabancılaşmanın yok olacağını düşünmektedir. ‘Komünizm tam olarak gelişmiş bir naturalizm olarak, hümanizmadır. İnsan ile doğa, insan ile insan arasındaki karşıtlığın kesin olarak çözülüşüdür. Varoluş ile öz arasındaki, nesnelleşme ile kendini-doğrulama arasındaki, özgürlük ile zorunluluk arasındaki, birey ile tür arasındaki çelişkinin gerçek çözümüdür. O, tarih bilmecesinin çözümüdür ve kendisinin bu çözüm olduğunu bilir.’ (Hyppolite, 2010: 127-128)
Karl Marx Sonrası Yabancılaşma Teorisi
Marx sonrası Weber, Simmel ve Durkheim gibi toplumbilimcilerin yabancılaşma konusuna eğildiği görülmektedir. Her biri genel itibari ile kentleşme ve sanayileşme gibi toplumsal açıdan yabancılaşma olgusuna yaklaşmıştır.
Bilim ve bürokrasinin yarattığı dünya ile din ilişkisini inceleyen Weber, din uğruna dünya işlerinden vazgeçmenin getirdiği yabancılaşmaya dikkat çekmiştir.
Durkheim, İntihar adlı çalışması ile çağdaş uygarlıklardaki isteyerek cana kıyma durumları ile toplumların ne ölçüde bunaldıklarını ve uzaklaştıklarını temellendirmiştir.
Simmel’e göre cemaat olgusu bir yandan yabancılaşma diğer yandan insanın dışsal kimliğinin iki kutbunu oluşturmuştur. Simmel yabancılaşmayı metropoliten yaşama bağlamıştır.
Literatürde bu isimler dışında; Mills, Seeman, Frankl, Freud, Horney ve Fromm gibi bir çok ismin yabancılaşma üzerine yaklaşım ve değerlendirmelerine rastlamak mümkündür.
Kaynak
Hyppolite, J. (2010). Marx ve Hegel Üzerine Çalışmalar, çev. Doğan Barış Kılınç. Ankara: Doğu Batı.