Sosyoloji biliminin başat isimlerinden olan Georg Simmel’in “kültürün trajik buhranı”, Karl Marx’ın “yabancılaşma” ve Max Weber’in “çelik kafes” kavramlarını eleştiri konusu oldukları alanlara göre inceleyip karşılaştırmalarda bulunacağım.
Öncelikle “kültürün trajik buhranı” kavramsallaştırması üzerinde durmak istiyorum. Simmel, bu kavramında bireyi merkeze alan bir yaklaşım sergilemektedir. Birey ve bireyler ürünü olarak iki ayrımdan bahsedebilirim. Bireyin etkin olarak ürettiği ve içinde bulunduğu her faaliyet örneğin; sanat, bilim, felsefe vb. “Nesnel kültür” dahilinde ele alınmaktadır. Nesnel kültür ayrımında olan bireyin özümsemesi, bireyin tini Simmel’in diğer bir kavramı olan “öznel kültür” olarak tanımlanmaktadır. İşte tam da bu noktada nesnel kültürün öznel kültür üzerinde bir üstünlük sağlamış hali kültürün trajik buhranı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani birey hayatı daha yaşanabilir kılmak için bir kültür ortaya çıkarmaktadır lakin ortaya çıkardığı bu kültür kendi özerkliğini ispatlarmışcasına birey üzerinde tahakküm gücü elde ederek öznel kültürü etkisiz hale getirmektedir. Artık birey ortaya koyduğu kültürün etkisi altında şekil almaktadır.
Modernleşmenin getirileriyle birlikte nesnel kültürün genişlemesini bireydeki kültür anlayışının araçsal hale getirdiğini düşünüyorum. Bu nokta da Nurettin Topçu’dan bir alıntıya yer vermek istiyorum. Her kuvveti, her imkanı, insan tarafından kullanabilir eşya haline getiren teknik, başlangıçta hayranlıkla kendisine bağladığı insanı, sonra kendi arkasından sürükler oldu; insanı kendisine esir etti. Böylece hakimiyet eşyanın eline geçirildi ve eşya insanla izah edilecek yerde, insan eşya ile izah edilmeye başlandı [Topçu, 2018: 23].
Karl Marx’ın “yabancılaşma” kavramına geçebilirim. Kapitalist sistem eleştirisinden kaynaklanan yabancılaşma kavramsallaştırması bireyin kişisel ve sosyal etkilerine dayanmaktadır. Marx’ın kapitalist sistemden yola çıkarak değindiği noktalar şu şekildedir. İşçinin ürünü üzerinde tasarruf sağlayamaması ve bu tasarrufun işverende olması, işçinin farklılaşan iş bölümüyle üretimdeki etkisinin azalması, işçinin iş arkadaşlarını rakip olarak görmeye başlaması ve bireyin kendisini iş aracılığıyla tanıtır hale gelmesi. Bu tarz etmenler bireyi emeğine yabancılaştırıyor. Emeğine yabancılaşmayla başlayan bu süreç bireyin bulunduğu topluma karşı kendisini yabancı hissetmesiyle devam edebilmektedir. Bu durumda, birey kendisini toplumdan biri olarak görmediğinde hayata dair amaçlarının, hayata bakışının buna göre şekillendiğini ve birey-toplum ilişkisinin zayıfladığı bu nokta da bireyin değersiz bir varlık olarak algılandığını düşünüyorum.
Yabancılaşma kavramının kültürün trajik buhranı kavramıyla benzerlik gösterdiği aşikar bir durumdur. Yabancılaşmada da fertleri etkisiz, güçsüz, özgünlüğünden uzaklaşmış görüyorum. Nitekim bu durumun yayılmasıyla toplumun mutsuz suratlardan oluştuğu kanaatindeyim. Bu vaziyetin bireyin kendi gerçekliğini ve toplumun gerçekliğini anlamasında önemli bir sorun teşkil ettiği kanaatindeyim.
Sırada Max Weber’in “çelik kafes” kavramsallaştırması yer almaktadır. Sımmel’deki kültürün trajik buhranı Marx’ta kapitalizm kaynaklı yabancılaşma olarak karşımıza çıktı. Weber’de ise bürokrasi kaynaklı çelik kafes olarak karşımıza çıkacaktır.
Weber, aydınlanma süreciyle gelen rasyonelleşmenin bir örneği olarak bürokrasiyi görmektedir. Bürokrasinin özelliklerini ortaya koyan Weber, toplumdaki kurumların bu özelliklere sahip olduğunu düşünmektedir. Bu özelliklere değinmek istiyorum. İlk olarak, uzmanlaşmış iş bölümüyle bireyler kendilerine düşen görevleri yerine getirmektedir. İkinci olarak, görevleri üstlenen fertler bir otoriteye tabiidirler yani hiyerarşik bir yapı söz konusudur. Üçüncü olarak, kurumun kurallara ve düzenlemelere göre hareket etmesi yani her çalışanın uyması gereken belirli yazılı kurallar vardır. Dördüncü olarak, bireyin duygularından uzak kesin kurallara göre eylemlerde bulunması. Son olarak da liyakat tek ölçü olarak kabul edilmektedir. Bu kurallar kurumun devamlılığı için gereklidir nitekim çalışanlar geçicidir ama kurumun yapısı kalıcıdır. Bu özellikler başta faydalı gibi gözükse de fertler için sorun haline dönüşebilmektedir.
Bürokrasinin katı ve sert kuralları sayesinde fertler adeta demir kafesin içinde tutulmaktadır. Sınırlandırılmış bir yaşam benimseyen bireyler önceliği bürokrasinin getirdiği kurumlara, oluşumlara verecektir. Bürokrasinin bu düzeni, işleyişinden saparak fertlerin davranışlarında, düşüncelerinde, yaşayışlarında yönlendirici konuma gelmektedir. Bireyleri olduğundan farklı olmaya iten bu düzenin bireyler tarafından kolay kabul edilebilir olduğunu düşünüyorum. Çünkü rasyonelleşmeyi ve onun getirdiklerini muhakkak doğru olarak benimseyen insanlar, bürokratik çerçevede kendi özgünlüklerini, kişiliklerini, ifade özgürlüklerini ortaya koyamamaktadırlar.
Değerlendirmesini yaptığım bu üç kavramın, birbirleriyle örtüştükleri aşikardır. Kültürün trajik buhranı kavramının, yabancılaşma ile çelik kafes kavramlarını kapsayan bir nitelik taşıdığı kanaatindeyim. Bu kavramları modernleşen toplum anlayışlarının beraberinde getirdiği sıkıntılar olarak görebiliriz. Fertlerin en büyük sorunu yine fertler olduğunu düşünüyorum. Yabancılaşma ve çelik kafeste görüyorum ki bireyler gelişim olarak zannettikleri modernleşmede, akılcılıkta kendilerini kaybetmekteler.
Bu kavramların bireyleri ve toplumları kendi gerçekliğinden uzaklaştığını gösteren en net yaklaşımları barındırdığı kanaatindeyim. Bireyleri etkisizleştiren, getirilen sisteme uygun şekilde yaşamalarını sağlayan bu oluşumların Sımmel, Marx ve Weber tarafından aynı durumun farklı yorumlanması olarak görüyorum. Burada kültürün trajik buhranı daha geniş bir perspektif çizmekte, yabancılaşma ile çelik kafes bireyleri daha ayrıntılı analiz eden yaklaşım sergilemektedir. Marx’ın ekonomik yaklaşımında birey çalıştığı işte sömürülmesiyle emeğinden başlayarak yabancılaşıyor. Halbuki insanın ortaya koyduğu emek onun her şeyidir. Weber’in çelik kafesi ise hukuki bir yaklaşımla fertleri bağlayıcı, zaruri davranışlara tabii olan, uyması beklenen bir düzen karşımıza çıkmaktadır. Sımmel’in kültürün trajik buhranını bu kavramların tamamlananı konumunda görüyorum.
Bu kavramlardan hareketle fertlerin yaşamları değersizleşen, anlamsızlaşan, önemsizleşen bir hale bürünmektedir. Bireylere iç alemini unutturup, dış aleme bağımlı hale getirmektedir. Ayrıca bu durumun görünürde bireyselleşen çağın görünmeyen tarafında kendi olmaktan uzaklaşan, varlığının hikmetini sorgulamayan, kendisini madde dünyasıyla sınırlandırmış fertler meydana çıkarmaktadır. Bu kavramsallaştırmaların rasyonelleşmeyle gelen yeni dünya hayatının önderliğinde hayatımızda karşılık bulduğu da unutulmamalıdır.
KAYNAKÇA
Topçu, N. (2018). Kültür ve Medeniyet, (Der. Erverdi, E., Kara, İ.). Ankara: Dergah Yayınları.
Slattery, M. (2017). Sosyolojide Temel Fikirler, (Çev. Balkız, Ö., Demiriz, G., Harlak, H., Özdemir, C., Özkan, Ş., Tatlıcan, Ü.). Ankara: Sentez Yayıncılık.